Gelsomina, ailesi tarafından fikri alınmadan geleceği belirlenen ve bu duruma henüz fark etmediği türden bir itirazı olan çocuklardan biri. Bir erkek kardeşi olmadığı için bütün sorumluluk onun üzerinde. Aileden gelen arıcılık zanaatını kendi zamanında üzerine düşeni yaparak gelecek kuşaklara taşıması gerekiyor. En azından geçmiş duygusuna dört elle sarılan, gelenekleri ve alışkanlıkları olmadan yaşayamayacak denli kırılgan bir adam olan babası öyle ümit ediyor. Ancak Gelsomina’nın aklında başka bir şey var: Kırsal yaşamda icra edilen farklı zanaatları ve zanaatkar aileleri yarıştıracak bir televizyon programına katılmak… Ailevi ve kökten gelenekleri modern dünyanın rekabetçi düzeniyle kaynaştıracak olan bu ‘reality show’, Gelsomina için bir ‘çıkış kapısı’. Tabii ilk önce ‘yeni’ olan herhangi bir fikre karşı olan babasını önce bu fikre alıştırması, sonra da ikna etmesi gerekiyor.
Alice Rohrwacher’ın The Wonders’ı (Mucizeler) yönetmenin kendi geçmişinden beslenen, hatta direkt olarak bu geçmişi kaynak alan bir film. Tıpkı filmin başkarakteri Gelsomina gibi İtalyan bir anne ve Alman bir babanın kızı olan Rohrwacher da İtalya’nın bir kasabasında büyüyüp çocukluğunu ailesiyle birlikte arıcılık yaparak geçirmiş. Yani ‘film’ bittikten, perdedeki hikayenin sonuna gelindikten sonra Gelsomina’nın hangi yoldan gideceğini az çok biliyoruz. Ama işin bu tarafı pek de mühim değil. Zira The Wonders’ın mesele, her saniye bir çığ gibi büyümeye devam eden ve kendine daha fazla izdeş bulan ‘geçmiş’le… Yani, ringin bir köşesinde bu tür kavgaların hepsinden galip çıkmış olan ‘geçmiş’, diğer köşesinde ise sürekli kaybetmesine rağmen umudunu yitirmeyen ‘gelecek’ var; Babası ve Gelsomina…
The Wonders, ‘yaşayan’ karakterlerini her satırı hesaplanmış bir senaryoya teslim etmeyen bir film. Zaten filme ruhunu kazandıran şey de bu gözlemci sakinliği. The Wonders bir belgesel gibi. Gelsomina, kardeşleri, babası, annesi etraflarında gezinen kamerayı fark etmeden hayatlarına devam ediyorlar. Ta ki ‘gerçek’liğin kırılma anı ise ormanın derinliklerinde kendini gösterinceye kadar… Gelsomina, bu dünyaya ait değilmiş gibi görünen bir kadınla, hatta bir fanteziyle karşılaşıyor. Rohrwacher’ın filme alırken yoğun bir masalsılık kattığı bu sahne, modern dünyanın halüsinatif sanallığından fazlasını yansıtmıyor aslında; ancak küçük bir çocuğun gözlerinden ‘öteki’ dünya çok farklı ve masalsı görünüyor. Rohrwacher da kendi çocukluğunu emanet ettiği Gelsomina’ya büyük bir şefkatle, onu hiç kırmadan, gerçekliği en azından bir süre askıya alarak yaklaşmak istiyor.
The Wonders’ın şehirlilik paradigması üzerindeki etkisi de ormanda yaşadıklarının Gelsomina üzerindeki etkisi gibi. Tek farkı etkinin ters istikamette olması. Rorhwacher’ın filmi bir Cuma gecesinden yola çıktığınız haftasonu gezisi gibi. Belki tanımadığınız insanların yanında kalacaksınız; ama çok kısa bir süre sonra onlara alışmaya, daha da önemlisi, onlardan etkilenmeye başlayacaksınız. Bu seyahatin kimi anları öyle ‘doğal’ ki, insanın evrimle gelen içgüdülerinin bu ‘doğadan’lığa kayıtsız kalması olanaksız. Doğa ve ona endeksli yaşam üzerinizde halüsinatif bir etki yaratacak. Filmin afişini de süsleyen, Gelsomina’nın ağzında hapsettiği bir arıyı sakince özgür bıraktığı o fotoğraf, buna iyi bir örnek. Ziyadesiyle gerçek; ancak inanması zor bir gerçek.
Rohrwacher’ın filminin en büyük kozu samimiyet. İzleyicinin merak duygusunu sinemanın tamamen organik metotlarıyla dürtüyor. Yönetmen merkeze kendi çocukluğunu koyarak kendi meraklarını izleyicisine aktarıyor. Bu esnada da -en basit anlatımla- ‘otobiyografisini yazan yönetmen’ olmanın egosantrikliğine kaptırmıyor kendini Rohrwacher. Dışsallaştırmaktansa içselleştirmeye, bunu yaparken de zihninde olanı tüm kuvvetiyle sinema haline getirmeye devam ediyor. Bir başyapıt kotarma çabasında değil. Aksine, sadece ve sadece bir anı eşlemek istiyor seyircisinin zihnine. Bu bakımdan Cannes’da aldığı, festivalin ikinci en önemli ödülü olan “Büyük Jüri Ödülü” de bir abartıdan ibaret. The Wonders, daha az kolektif olan ödülleri hak ediyor. Bireysel hafızalarda ve sadece yeri geldiğinde hatırlanmak istiyor. İki jenerasyon arasında büyük bir boşluk yaratan ve asıl sinema malzemesini muhtevasında barındıran nesilsel farkı bir detay düzeyinde tutarak parmağına dolamaması ve Gelsomina’yı bu ikilemde metalaştırmaması da bu yüzden.
Kaan Karsan
kaankarsan@gmail.com