Hollywood, beyin göçünü seviyor. Beyin göçü de Hollywood’u seviyor. Olağanüstü yeteneklere sahip birçok yönetmenin, sermayenin beşiği olan Hollywood’da kurşun sıkmaya karar vermesi de bu yüzden. Hollywood semalarına varan yönetmenlerden kimisi kendi sinemasını stüdyoların müdahalelerinden koruyup sürdürebiliyor; kimisi ise Hollywood’un kemikleşmiş tesir mekanizmasına kapılıp temsil ettiği değerlerden ödün veriyor. Neyse ki Stoker’ın olağanüstü kabiliyetlere sahip yönetmeni Park Chan-wook, Hollywood’a yolculuğunu filminin lisanı dışında hissettirmeyen yönetmenlerden birisi. Gelgelelim, Stoker, Hollywood’un tipik şablonunun değil; Chan-wook’un kendi ülke sinemasının gediklerini içeriyor.
Stoker bir açıdan Alfred Hitchcock’un 1943 tarihli başyapıtı ‘Shadow of a Doubt’un yeniden yorumlanmış hali. Yaşanan büyük bir kaybın ardından, ‘erkeksiz’ kalan bir eve, esrarengiz ve sürpriz bir konuk geliyor. Bu noktada bahsi geçen ‘erkeksizlik’ vurgusu mühim… Zira filmin kimlik arayışındaki kadın karakterleri yaşadıkları taze kaybın tekinsiz bir imitasyonuyla karşı karşıya gelince müthiş bir şüphe duygusunun avucunda buluyorlar kendilerini. Stoker da yavaş yavaş bir çözüme doğru ilerleyen bu şüphe duygusunun karanlık masalını anlatmaya koyuluyor. Bu karanlık masalın ise ne kadar yenilikçi, incelikli ya da ilgi çekici olduğu ise filme dair önemli bir tartışmanın konusu…
Stoker’ı kariyerinin ilk senaryosu olarak sunan, oyuncu olarak tanınan Wentworth Miller’ın metni neredeyse senaristin tüm amaçlarını ilk elden açık ediyor. Freudyen çağrışımlarla dolup taşan Stoker, göndermelerin ‘çağrışım’ seviyesinde kalmasıyla ve derinleştirilememesiyle beraber dakikadan dakikaya metinsel olarak gücünü kaybediyor. Bunun yanında neredeyse hiçbir yere varmayan ve klasik bir serpilme hikâyesinden başka hiçbir şey anlatmayan film, ‘oldurulmuş’ karakterleriyle inandırıcı olmak gibi bir amaç da gütmüyor. Bütün bunların üzerine bir cila mahiyetinde tüneyen mantıksal boşluklar da Stoker’ı vasat bir film ve kötü bir senaryo haline getiriyor.
Park Chan-wook ise tüm bu olan bitenin içinde, başka bir duygunun peşinde. Bu tavır da, Stoker’ı kısa sürede ne anlattığından ziyade ‘nasıl’ anlattığına odaklanan bir filme dönüştürüyor. Sanki Chan-wook bu öykünün kurmak üzere olduğu cümlelerin girift olmadığının farkında. Bu sebeple de öyküde aranan girift yapıyı tekniğe taşıyor ve neredeyse her mizanseni mevzuya çok hâkim bir mühendis yaklaşımıyla kafasında tasarlıyor; tasarladığı halini aynen koruyarak peliküle döküyor. Filmin enfes estetik algısı ve teknik becerisi Stoker’ı Chan-wook’un kişisel şovundan hallice kılıyor. Chan-wook sanki ilk filmini yapmak üzere olan bir yönetmen hırkasında ve yeteneklerini büsbütün sergilemek için oldukça hevesli… Bu tutum, stilize olmasının avantajlarını kullanarak öyküyü bir kenara bırakan Uzakdoğu Sineması’nın karakteristik özelliklerini akla getiriyor. Bu nedenle zaten temel anlamda oldukça sıkıntılı ve hedefsiz olan senaryo, iyiden iyiye metalaştırılıyor ve yönetmenin dahi pek umursamadığı bir gizli nesneden fazlası olamıyor. Yani, Park Chan-wook’un üst-düzey ve gösterişli yönetimi, filmin zaten kendini ele veren senaryosunu hırpalıyor ve seyirci üzerinde yanıltıcı bir etki yaratmak gibi bir amaç güdüyor.
Mia Wasikowska, Nicole Kidman ve Matthew Goode ise pek iyi çizilmemiş karakterlerin içini güzelce dolduruyorlar. Bu bakımdan filmin yine teknik bir alan olan oyuncu performanslarında hiçbir problem yok. Bu da filmin kusursuzluğu hedefleyen ve bu hedefe ulaştığını yadsıyamayacağımız teknik yönünü destekliyor. Hollywood sularında, yakın zamanlarda Park Chan-wook’un yeteneklerine sahip bir yönetmen daha izlememiş olabiliriz. Lakin bu yetenekler bile kötü bir senaryoyu ‘vasat’ bir film seviyesinin üzerine taşımak için yeterli değil.
Stoker, tek başına sinemada senaryonun ve hikâyenin gerekliliğini kanıtlayan, ders niteliğinde bir film. Bünyesindeki matematiksel hesaplar ne denli doğru yapılıyor olursa olsun, bir filmin tam anlamıyla iyi olması için duygusal bir derinlik gerekiyor. İşte Stoker, o duygusal derinlikten yoksun. Bugüne kadar kendi filmlerinin metinlerinde mutlaka parmağı bulunan Park Chan-wook her zamanki gibi ‘teknik’; ancak bu sefer -duygusal anlamda- tembel ve koşmuyor.
Kaan Karsan
kaankarsan@gmail.com
Türkçe Adı: Lanetli Kan
Yönetmen: Park Chan-wook
Senaryo: Wentworth Miller
Yapım: ABD, 2013
Oyuncular: Mia Wasikowska, Nicole Kidman, Matthew Goode, Dermot Mulroney
Süre: 99′