Farklı ideolojilerdeki seslerin Gezi’de verdiği ortak mücadeleyi yansıtan Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek, TCK’nın 125’inci ve 299’uncu maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle festival yönetimince Antalya Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışma bölümünden çıkartılıyor. Bu durum, belgesel yarışmasının ön jüri üyeleri Berke Baş, Ayşe Çetinbaş ve Seray Genç’in ortak açıklamasıyla 30 Eylül’de kamuoyuna duyuruluyor. Ön jüridekiler Baş, Çetinbaş ve Genç olmasaydı; ihtimaldir, kamuoyu bunu ya çok geç öğrenecekti ya da hiç öğrenmeyecekti.
1 Ekim’de; festivalin resmi sitesinde, Festival Komitesi imzasıyla, 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden ÖNEMLİ AÇIKLAMA başlığıyla: “Festival yönetimi, başvuran filmleri kabul etme ya da reddetme hakkına sahiptir” (1) başta olmak üzere bir takım öznesi, belirtili nesnesi, yüklemi olan cümleler kuran, başka somut herhangi bir şey kurmayan bir duyuru-msu yapılıyor. Kimseyi aptal yerine koymayan cümleler beklenmeye başlıyor.
Festivalin, bilgi (Bkz. TDK Bilgi: İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü) içeren duyurusu için umutla açılan gözler; 2 Ekim’de Festival Komitesi ve Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması ön jüri üyesi Alin Taşçıyan’ın köşe yazısını okuyabiliyor ancak. Sansür diyenlerin çoğuyla nasıl dostane ilişkileri olduğundan, hemen hepsini tanıdığından söz ediyor yazısında Taşçıyan. Tanıdığını iddia ettiği insanlar için “çok kolay gaza getirilebilirler” (2) diyor ve lafı, onların dışlanmamak için her yolu mübah gördüklerine getiriyor. Muhtelif aşağılamalardan da çekinmiyor. Neyse ki sonunu getirmenin bir hayli zor olduğu yazıda kullanılan dile yanıt veren yürekli sinema yazarları çıkıyor.
Birçok parantezinde sinema yazarından, jüri üyesinden ve sinema blogundan tepkiler duyuluyor, paylaşılıyor. Bir açıklama-özür yerine sıklıkla “Aman çocuklar” nidaları yükseliyor aynı vakitlerde festival balkonlarından, “Ortalığı karıştırmayın!” Bugüne kadar politik sinemaya yakın durduğu sanılan Reis Çelik, sosyal medya hesabında kaleme aldığı manifestosuyla sansüre sansür diyenleri “portakal kafalı” ve “ucuz popülasyon meraklısı” (3) olarak tanımlıyor. “Popülasyon”la ne demek istediği bazı sinema ortamlarında ekstra bir yankı uyandırıyor. Acaba -bir ülkede, bir bölgede, bir evde belirli bir anda yaşayanların oluşturduğu toplam sayı-yla ilgili bir şey mi yoksa -popüler olma hevesinin yabancı bir dildeki karşılığı- mı, tam çözülemiyor. “Bir ülkeyi büyük devlet yapan, o ülkenin bağımsız sanatı ve onları yaşatan müdahalesiz sanat kurumlarıdır” şeklindeki şanlı final cümlesiyle hangi müdahalesiz kurumdan söz ettiği anlaşılamıyor. Tabiri caizse kin kusan bu yazıyı; CV’leri bir harika olan, asla sansürün parçası olmayacağına inandığımız bir kısım Festival Komitesi üyeleri ‘beğen’ komutuyla onurlandırıyor. Sevgili Reis Çelik’in yazdıklarının arkasında kaç sene daha duracağını bilemem. Şimdilik Antalya Film Festivali Danışma Kurulu üyesi ve aynı zamanda festivalin proje geliştirme yarışması olan Pitching (Sunum) Platformu’nda yarışan bir yönetmen. Belki bir ara bu son derece etik vaziyetin, Muz Cumhuriyetindeki hangi bağımsız sanatla akraba olduğu üzerine de birkaç ufuk açıcı kelam eder.
Orasının nasıl bir yer olduğunu hayal bile edemiyorum ama Reis Çelik’le aynı yerden bakan bir diğer sinemacı da yapımcı Baran Seyhan. Seyhan’ın da kendi sosyal medya hesabından paylaştığı yazısının hedefinde sansüre sansür diyenler var. Kendi tabirleriyle yaygarayı basanları, bizzat “cahil”, “komik”, “art niyetli” olarak tanımlıyor. Onun finali de (en az Çelik kadar) bağımsız bir sinemacıya yakışır saygınlığı esirgemiyor. “Bakın bugün Kurban Bayramı… Unutmayın ki Altın Portakal da bir sinema bayramı” (4) Ona ne şüphe! Kurban bayramı ile sinema bayramının eş değer olduğu sektörel can-ciğerliklerle kanıtlandı zati.
Sürecin hepimize örnek oluşturan, hayranlık uyandıran net duruşu Ulusal Belgesel Film Yarışması Ana Jüri Başkanı Can Candan’dan. 4 Ekim’de ‘’Festival yönetimi sorumluluğu almak ve yanlışı düzeltmek yerine, ön jürinin profesyonelce gerçekleştirdiği sorumluluğunu şüpheye düşürecek ifadeler kullanmış, düzeltilme sorumluluğunu söz konusu filmin yönetmenine atarak, sansüre ek, bir de yönetmen üzerinde baskı oluşturmaya devam etmiştir.’’(5) diyor. En baştan, sinema düşünen ve ürüten herkesin alması icap eden tavır böyle bir şey değil mi? Haşa! Festivalim çok yaşa! Nihayetinde ilk istifa umutlara gark ettiriyor.
Derken Necati Sönmez’in “Yeni Türkiye’de Sansür Qeyfi” başlıklı yazısını (6) okuyoruz: “…olaylar, bol entrikalı bir Türk dizisi tadında gelişiyor. Psikolojik savaş tekniklerinin kullanıldığı bir Yalan Rüzgarı esintisi de düşünülmüş olabilir, 90’lar nostaljisi yaşatmak niyetine, bilemiyorum… Tepkiler önüne geçilemez noktaya gelince festival karargahından, kendi imajını temiz göstermek üzere ‘karşı’ cephedeki herkesi karalama, filmin kriminalize edilmesine benzer şekilde, arkasında duranları, ön jüriyi, hatta belgeselcileri itibarsızlaştırma, eleştirmenlere çamur atma, dezenformasyondan medet umma, kısaca dikkati başka yerlere çekmek için elden geleni ardına koymama kampanyası başlatılıyor bu sefer.”
5 Ekim günü Antalya Film Festivalinin resmi internet sitesinde bu kez ÖNEMLİ DUYURU başlığıyla bir haber yayımlanıyor: “Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, Reyan Tuvi’nin Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek filminin yeniden gönderilen versiyonunu, yapılan değerlendirme sonucunda yarışmaya davet etmiştir” (7). Çoğunluk nasıl da sevinip hoplayıp zıplıyor. Canlarım. Festivalin, o başka hiçbir şeyciklerin aynı tadı vermediği bayram rehavetine kapılıp gidiyorlar. Artık Türk Sinemasının 100. Yılında, yarım asrı devirmiş Altın Portakal’a gönülleri ferah, alınları dik gidebilirler. “Kazandık” naraları atılıyor dört bir yanda, evet evet şaka değil gerçek! Bunun bir kazanım olduğunda hemfikirler. Meşrulaştırılıyor her şey. Önce festivalin, sonra sessiz kalanların eliyle…
Sansüre sansür demeyi sürdürenlere karşı her türlü susturma politikası uygulanırken, Evrensel Gazetesi yazarı Çağdaş Günerbüyük’ün sözleriyle kendine geliyor ‘timeline’larımız: “Sansür demeyelim de Mahmut mu diyelim arkadaş? Ne oldu peki, film sansürlenmedi de ‘moving’ yöntemiyle oradan alındı öteye mi kondu?” (8) Sürecin en manidar tweeti gerçekten.
Efendim, Antalya’nın ben yaptım olducu açıklamasından sonra kimileri inatla dize gelmiyor! Çeşitli sinema yazarları ve sinema blogları ile Belgesel Sinemacılar Birliği, Senaryo ve Diyalog Yazarı Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SenaristBir) ile Senaryo Yazarları Derneği (Sen-Der) festivale katılmayacağını (9) açıklıyor. Farklı jürilerden on isim görevlerini bırakıyor. Bir yandan da, sansüre sansür diyenler ve sansüre Mahmut denilmesini isteyenler arasındaki gerginlik, yıpratıcı ve sinir bozucu bir hal alıyor.
6 Ekim’i 7 Ekim’e bağlayan gece ansızın, bu kez imzasız ve KAMUOYUNA ÖNEMLİ DUYURU başlığıyla; festival, içinden özür kelimesi geçmeyen bir özür metni (10) yayımlıyor. Metnin özür içermesi o kadar da elzem değil aslında. Üslup öyle acıtıcı ve yıkıcı ki… Ayrıştıran, kamplaştıran, kaba, suçlayan ve saldıran dile aşinayız ya. Hah işte o dilin “tescilli” versiyonu karşımızdaki. “Festival komitesi olarak Tuvi’nin adının hiç hak etmediği bir şekilde krizin merkezine oturtulmasını kendisine yapılan ciddi bir haksızlık” diyerek nihayet sinema bayramının “kurban”ı olmayı da başarıyor festival. Hem kısa ve uzun filmlerin kurgusu hem de Gezici’den If’e çeşitli festival tanıtımları ile ödül-aday videoları için ter döken Selda Taşkın hakikaten can yakan sahicilikte bir benzetme yapıyor o sırada: “Fabrikanın işçileri ayaklanınca; yapmayın hepimiz buradan ekmek yiyoruz, diyen patronlardan ne farkları var?” İşte bunlar hep zihniyet!
Zihniyet, sanat, sepet… Yani… Gelin gelelim, duruşları en merak edilen; filmleri, Ulusal Uzun Metraj Yarışmada yer alanların tepkilerine… Açıklama (11), 7 Ekim gecesi kamuoyuna sunuluyor. Duygulanıyorum okuyunca. Metin, geleceğe umutla bakan bir çocuğun yüreğinden kopup dökülmüşe benziyor. Öyle naif, öyle içten ki… “Savaşma seviş”in yeni sürümü adeta. Bir paragrafcık bir açıklama ama bu kısa paragrafta “mücadele” kelimesi tam üç kez cümle içinde kullanılmış. Mücadelenin yanı sıra “sansür”, “çaba”, “girişim”, “platform” gibi kelimelere de rastlayabildiğimiz nesir, hiçbir şey söylemiyor. Ha tabi ki sansüre karşı net bir duruş sergileme cesareti dışında altını çizdiği şeyler var. Doğrudur, Türkiye, dert sahibi dürüst bir sinemacı için tam bir kabus! Sektörü olmayan, üç beş yapımcının ağzından çıkacak söze bakan, babadan zengin değilseniz ya da arkanızda kapı gibi bir şirket yoksa Bakanlık desteği almadan adım atılamayan, tepeden tırnağa her sanatsal safhanın ilişkilerle yürüdüğü bir ülke. Haliyle sinemacıların canına tak eden şeyler var. Festivalden gelecek paraya ihtiyaçları var. Hatta o paraya mecbur bırakılıyorlar. İşte sinemacıların açıklama diye kamuoyuyla paylaştıkları “mücadeleci” paragraf da keşke bu kadarını diyebiliyor olsaydı. Ama filmlerini geri çekmeyip mücadele edenleri kutsayan metin; tam da bu bağlamda, çekenlerin mücadele etmediğini imaya kadar götürebiliyor işi! “Teknik hatalar zinciri ile başlayıp hâlâ devam etmekte olan sansüre karşı mücadeleyi sürdürmek için, sinemacılara ait olan festivali, yani alanımızı terk etmiyoruz” yazabilmeleri hangi sebepten? Boş verin yazmalarını, ‘teknik hata’ düşünmeleri hangi sebepten… Gerçekten metni imzalamayan Kutluğ Ataman’dan farklı bir yerde mi duruyorlar sansür meselesinde… Bilmem. Duruyorlar mı? Ataman, mücadeleyi cümle içinde kullanmayabilirdi, evet.
Bu açıklamadan saatler öncesine dönersek; Hakkari’nin Gizemli Taşları belgeselinin yönetmeni Bahriye Kabadayı Dal, Ulusal Belgesel Yarışması’ndan “Özgür ve bağımsız festivallerde buluşmak” dileğiyle filmini çekiyor. Uzun metrajıyla yarışan sinemacıların açıklamasından üç saat sonra Belgesel Yarışmasından 11 yönetmenin sinemaya dair umutla kuşanmamıza vesile olan çekilme kararı duyuruluyor: “En başından beri asıl meselenin filmlerimizin TCK maddelerine göre değerlendirilmesi, sansürün meşrulaştırılması sorunu olduğunu söylememize rağmen, sinema dünyasını bölen, spekülasyonların ve manipülasyonların etkin olduğu bir tartışma ortamı yaratılmıştır.” (12) Böylece Kurtuluş Özgen’den Nail V de dahil 13 film yarışmadan çekilmiş oldu. Festival, geriye kalan iki belgesele “SİNEMAYA GÖSTERDİKLERİ HASSASİYET İÇİN” teşekkür (13) etti. Bu teşekkür meselesine latifeli yorum bile yapası gelmiyor insanın. Derken Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) da kurumsal olarak festivale katılmayacağını (14) açıklıyor. Antalya Film Forum’da yürütülen iki kardeş platform; 10 projenin yarıştığı Pitching’den ve 6 projenin yarıştığı Work In Progress’den paylaşımlar aktarılıyor. Toplamda altı proje sinema bayramından çekiliyor. Ulusal Kısa Film Yarışması’ndan ise; iki film, yönetmenleri tarafından geri alınıyor.
Malum kişinin en çok kullandığı kelimelerin, kalıpların ne olduğunu “iyi bilirsiniz”. İyi bilirsiniz kendi sansürünüzü, sesi çıkanlara açıktan saldırarak onamayı. Belki “popülasyon”unuzdur bu yolu size açan. Biz de biliriz ki, sansür yapanındır. Biz öyle sektördü, ilişkilerdi, “Şekerim aralar bozulmasın”dı bilmeyiz. Kendi tabirinizle “uzattığımız” ve sansüre sansüre demeye devam ettiğimiz için özür dilemeyeceğiz. “Biz” dediğin kim, diyeceksin şimdi. Çoğunluğun bir türlü “biz” diyemediği günlerde ortak ruh taşıyanlara “bunlar” değil; “biz” denir.
Yıldızlı köşelere yazılmış birkaç manidar cümle ile bitirelim mi, ne dersiniz? “… geçici iktidar hevesiyle kumpaslar peşinde koşanlar… Pardon, kumpaslar hep onlara karşı kurulurdu değil mi? Onlar hep mağdur ve mağrur idi.” (2) Kimlerin mağdur ve mağrur olduğundan haberdarız artık. Yarın öbür gün yapacağımız filmlerin başına bir şey gelirse kimlerin korkusuzca yanımızda duracağından da. Tabi yarın öbür gün film yapabilirsek… Yakın gelecekte sokağa çıkma yasağı yaygınlaşırsa, sanat bayramlarımızı evlerimizde Usta “belgesel”leri izleyerek geçirebiliriz sanki.
Sansüre karşı ilk tepkiyi koyan Fatih Özgüven’in ev duvarlarına asılası iki Altın Portakal yazısına (15) da selam eder, daha fazla tat kaçırmak istemem. Ne de olsa bir yanda “Falan filan ama sana saygı duyuyorum”cular, bir yanda “Falan filan, provokasyon yapma”cılar el birliğiyle şu dakikalarda sansürle mücadele etmeye gidiyorlar.
Hayırlı yolculuklar,
Ceylan Özçelik