Son bölümüne kadar yazının başlığı ‘Kasabamız O Kadar Şirindi ki(!)’ olacaktı. 16 TR plakalı araçlardan da fark edileceği üzere Bursa’daki bu küçük kasabada ‘sevimli mi sevimli’, yüreği tertemiz, ‘yurdum insanları’ vardır. Ah bir de gerçek kötülerden Cengiz olmasa… Cengiz (Yusuf Atala) ise o kadar kötü, tek tip çizilmiş bir karakterdir ki; nasıl biri olduğunu seyirci belki anlamaz diye ismi bile Ali Cengiz yapılmıştır(teşekkürler süpermen). Kasabanın belediye başkanı Zafer (Ferhan Şensoy) ise kötülük arttıkça, iyiliği temsilen bir heykel gibi yükselir de yücelir. Kasabamız şirin oladursun; ‘namus, onur, gurur’ her şeyin ötesine geçer(başlıkta bile) ve ‘ibretlik’ dersimizi alırız!
Yakın dönem Türk Sineması’nda içinden kasaba geçen filmlere baktığımızda temelde iki tipin baskınlığından söz edilebilir. İlki kasabanın salt gerçekliğini yansıtan, bunu yaparken de içeriği etkilememek için genelde mesafeli bir bakış koyan filmlerdir; 1950’lere dayanan köy gerçekliği filmlerini ve köy romanını takip eden bir gelenekten esinlenir, dram yönü ağır basar. Atıf Yılmaz’ın Eğreti Gelin’i ve Nuri Bilge Ceylan’ın özgün Kasaba’sı aslında böyle birer örnekken; film bazlı sıcaklığına rağmen doğal kalabilen Ahmet Uluçay’ın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ı bu grupta sayılabilir. Diğer türdeyse, ‘kasabamızı ve insanımızı sevelim’ tavrı, kaygısı yahut kavgası hakimdir. Hikayeler, çekimler, karakterler ‘sıcak’ olarak tasarlanır. Ve bu noktada kanımca; ‘samimiyete’ ne kadar vurgu varsa, film de o kadar samimiyetsizdir. Toprak ile üstündekilere duyduğu sevgiye filmin koşullanması ve izleyicisini ortak etmeye çalışarak koşullandırması; anlamayı azaltıp, yargılamayı arttıran(mesela dış mihraka yönelik?) bir dezavantaja da dönüştüğü görülür çoğu kez. Yine de imece usülü yapımıyla parıldayan Dondurmam Gaymak, eğlencesi ve enerjisiyle kurtaran Ata Demirer’in Eyvah Eyvah 2’si ve Çağan Irmak’ın biletini mendille beraber kestiği Babam ve Oğlum’u bir çırpıda sayılabilecek örnekler. Peki Muhalif Başkan? Onu ikinci gruba alarak sıranın arkalarına yollamak uygun olacak maalesef. Fark edilmeyeceği, fark edilse dahi önemsenmeyeceği ve sonra da silinip gidileceği bir yere…
Anlamı ve anlatımı itibariyle maalesef hiçbir yenilik/özellik getirmeyen Muhalif Başkan’ın özeti için: ‘dürüst bir belediye başkanının hayta oğlunun, türlü entrikalarla başkan olmak isteyen rakibinin sorumluluk sahibi kızıyla olan aşkı ve evliliğe giden bu çetrefilli yolda yaşadığı ‘acı tatlı olaylar’la birlikte sosyoekonomik anlamda darboğazdan geçen kasabanın yeni çözümler denediği bir dönemde bu rekabetin kasaba(lı)ya etkileridir’ yazılabilir. Konunun klişeliği bir yana, film küçük detaylarda bile yakalayamıyor insanı. Açı-karşı açı çekimlerinin belirgin yapaylığı, diyaloglardaki aksamalar, başta başkanın oğlu olmak üzere karakterlerin kendi içlerindeki ve olaylardaki tutarsızlıklar… ‘Baldızını da al git’, ‘anti-kozmik ev’, ‘Amerika arkamızdan çekilmiyor’ gibi 90’lı yılları hatırlatan tarzda demode bir üslupla verilen siyasi yergiler, gören gözleri bile kalın parmaklarla kör ediyor. Ferhan Şensoy’un üstün siyasi ve muhalif mizahı, alaycı tavrı bile filme sirayet etmemiş. Bunun yerine son derece didaktik, ahlakçı, ‘namuslu olursanız madden kaybeder, manen kazanırsınız’ tadındaki bayatlamış mesaj sürekli yineleniyor. Üstelik filmin ikinci yarısıyla birlikte ‘güzellik yarışması’ bahanesiyle seyre arz edilen Rus kızlarının; genelde yazın gösterime giren, liseli ve liseci filmleri hatırlatan ve komik de olamayan sahneleriyle de can sıkıyor. Rus manken kızlar geliyor ve hacı(Ali Uyandıran) karakteri dahil abazan emellere maruz kalıyorlar. Anlamıyorlar olan biteni ve zaten bundan da pek şikayetçi değiller. Oysa Türk manken kızlar gelseydi, ‘bacımız, namusumuz’ olacaktı? Aslında bu; Türk Sineması’nın, hatta toplumunun geneline yayılan üstü örtülü bir ırkçılık/riyakarlık gibi. Sözgelimi spor gazetelerinde yabancı futbolcularının eşlerinin ‘seksi fotoğrafları için tıklayınız gazeteciliği’ boy boyken, yerliler için böyle bir şeyin yapılmasının hayali dahi mümkün değil. Muhalif Başkan’da da aynı tavır sürüyor; Rus kızlara ulaşmak için tek engel yerli kocaların yerli ve haşin karıları. Ne mizah ama!
Vizontele serisindeki başkan ve rakibi arasındaki sürtüşme, Selamsız Bandosu’ndaki kasabanın ve başkanın kalkınmak için çıkış yolu ararken yaşadığı çaresizlik(ilginç bir tesadüfle, bandonun alkolik şefi hacı karakterindedir bu filmde), Kemal Sunal’ın başkan rolünde ‘rüşvete hayır’ dediği ancak kendi oğlu dahil kimseden yüz bulamadığı Koltuk Davası gibi çok sayıda filme referans oluşturabilecek bir yapıda Muhalif Başkan. Yönetmenliğini Yüksel Torun yaparken; özellikle Dost Elver, başkanın yardımcısında alışkın olduğumuz bir canlılıkta başarılı da bir performans sergiliyor. Filmdeki asıl tartışma ve odak konusuysa başroldeki bir isim; Türk Tiyatrosu’nun ve hatta yazınının en özel isimlerinden, çok başka bir hayranlık duyduğum Ferhan Şensoy… Ezelden beri sinemayla arası pek hoş olmayan Şensoy, 2005’te art arda vizyona giren Pardon ve Şans Kapıyı Kırınca’nın ardından rol aldığı bu filmde yalnızca bir oyuncu; hatta öylesine yalnızca ki tarihi Ortaoyuncular kadrosundan geçmiş birkaç kişi hariç de kimse bulunmuyor. Rejide yahut senaryoda filmin seviyesini yukarı çekmeye yönelik katkıda bulunması bekleniyor yahut sırf varlığıyla bile özel bir misyon yükleniyor da olunabilir. Yine de Ferhan Şensoy’un sinema kariyerine olumsuz bir not olarak düşülebilecek ancak kişisel repütasyonuna etkimeyecek bir tercih olarak kabul etmek gerek. ‘‘Olur böyle şeyler ara sıra, olur ara sıra.’’
Yönetmen: Yüksel Torun
Senaryo: Seyfi Şahin, Kasım Uçkan
Yapım: Türkiye
Oyuncular: Ferhan Şensoy, Yusuf Atala, Dost Elver
Süre: 99′
Salihcan Sezer
salihcanzer@gmail.com