“Miguel ve karısı benim için Şili’nin bir metaforu gibi… Anita, Alzheimer hastalığı sebebiyle unuturken Miguel her şeyi hatırlıyor”. Bu cümle sadece Şili halkının başına gelenleri ve Pinochet darbesinin yol açtığı ağır hasarları özetlemiyor. Bu cümle, dünyanın bütün ezilen halklarına, sömürülenlerine, ‘kaybedilerek’ toprağa gömülenlerine ve birileri unuturken hatırlayanlarına ağıt yakıyor. Patricio Guzmán, Işığa Özlem’de hafıza mefhumuna yakından temas ediyor.
Her şey dünyanın en kurak, Şili’nin en büyük çölü Atacama’da başlıyor. Uçsuz bucaksız, sonsuz, hem ürkütücü hem büyüleyici ‘korkunç’ bir yer burası… Hiçbir canlının kendi imkânlarıyla yaşamını sürdüremeyeceği, bu dünyaya ait değilmiş gibi görünen ve Şili’nin “İçimdeki Gezegen” diye seslendiği bir yer aynı zamanda. Bilim insanları, hem çölün kendisiyle hem de sunduğu imkânlarla ilgileniyorlar. Çölün bu ölgünlüğü, yaşamın devinimlerini gözlemlemek için benzersiz fırsatlar sunuyor. Atacama’da bilim insanları kendi kökenlerini, canlılığın temellerini ve her şeyin nedenini arıyorlar. Hiçbir an, boşlukta gördüklerinin bir tür yanılsama olduğunu unutmadan; ışığın gözlerine ulaşma süresini oyunun dışında bırakmadan; ‘geçmiş’ mefhumu mutlak iken ‘şimdi’nin ise bir illüzyondan ibaret olduğunu göz ardı etmeden…
‘Nedenini’ arayan, rasyonel bir mahlûk olarak insan, nimetsiz bir çölde gökyüzüne bakarken bir diğer tarafta ‘sonuç’la yüzleşmek isteyen akrabalarıyla bağ kuruyor. Zira bu çölün başka ‘müdavimleri’ de var. 73’teki ağır askeri darbenin kurbanları, bu sonsuz çölün kızıl katmanlarına sıkışmışlar. Bu nedenle toprakların altında, kardeşinin, çocuğunun, kocasının, yani, en genel anlamıyla ailesinin kalıntılarını arayan, acılarla yüzleşmesi dahi engellenmiş kadınlar bu kızıl toprağı kazıyor. Bilim insanları gökyüzüne bakarak ararken onlar çok daha somut haliyle toprağa bakarak arıyorlar insanı. Farkındalıklı bir inatla peşine düştükleri bu acı macera, asla yitirmedikleri ve yitirmekten korkmadıkları umutları tarafından güdümleniyor. General Pinochet’nin katıksız faşizmi Şili’nin en boş coğrafyasının tüm hücrelerine sinmiş bir şekilde, kurbanlarıyla yüzleşmeye korkak bekliyor.
Herhangi bir faili meçhuller ülkesi Şilili halkının rüyasını ve kâbusunu rahatça özümseyebilir elbette ki. Serbest seçimle iktidara gelen ilk batılı sosyalist hükümetin başkanı Salvador Allende’nin tohumunu ektiği rüya, Amerika destekli askeri darbenin ardından 17 yıllık bir kâbusa evriliyor. Pinochet’nin faşist rejimi, doğası gereği, kapıyı hoşgörü kavramını yüzüne çarpıyor. Bütün baskılananlar, kafası başka yöne doğrultulanlar ve bir tür lobotomi ile hafızası köreltilenler devlet terörü karşısında her şeyle yüzleşebilecekleri ‘o’ günü bekliyorlar. Şili, dünyadaki ‘liberal(!)’ diktatörlüğün pilot bölgelerinden biri haline gelirken unutmak ile hatırlamak seçenekleri hayatın anlamını ifade etmeye koyuluyorlar.
Patricio Guzmán’ın ‘Işığa Özlem’i aslında ismiyle müsemma bir duruşla bir hasretin peşine düşüyor. Her topluma lazım bir ‘toplumsal hafıza’nın, unutmaya meyillendirilmiş bir toplumla olan ince bağını ‘ışık’ ve ‘hayat’ üzerinden kuruyor. Daha önce ayrı ayrı General Pinochet’nin (Le cas Pinochet, 2001) ve Salvador Allende’nin (Salvador Allende, 2004) belgesellerini yapan ve kariyerinin tüm muhteviyatını Şili’nin politik bataklığına ayıran Guzmán, bu kez iki politik figür arasında kalan ve toprağın altına süpürülenlerine adıyor belgeselini: Şili’nin Cumartesi Anneleri… Ölümün somut hali gibi görünen Alacama çölünde, bir umut bir kafatası parçası ya da bir ayak parmağı kemiği arıyorlar yılmadan. Şiddetten geriye kalanı, hiçbir şeyi unutmamak için kucaklamak ve bağırlarına basmak istiyorlar. Hesap sormak istiyorlar, hesap soracak birini arıyorlar.
Patricio Guzmán, son derece kişisel ve öznel bir anlatımla, görsele sesli yorum katarken yeryüzüne çevirdiği denli gökyüzünü de çeviriyor kamerasını. Bu kadar küçük, bu kadar anlamsız ve evrenin geri kalanıyla orantıladığımızda düpedüz ‘gereksiz’ canlıların acizliklerini anlamak için gökyüzü; hayatın başlangıcından hayatın sonlanışına kadar kendini yazan tarihi ‘anlamlandırmak’ için gökyüzü… Patricio Guzmán bütün bu bağlamı üretirken bilimi ve özellikle de bilim felsefesini çok umursuyor. Zira göreceli olmayan bilimsel kanunlar üzerinden hayatın kendisine dair türetilecek objektif çıkarımlar, tartışılmaz bir önem taşıyor.
Aynı çölde, farklı amaçlara sahip gibi görünüyor olsalar aslında aynı şeyi, gerçeği, arayan iki farklı grup arasında kurulan bağ Patricio Guzmán’ın film dâhilindeki en mühim ve şekillendirici buluşlarından biri. Işığa Özlem, gerçeği tek bir perspektif üzerinden tanımlıyor. Çünkü Şili’deki bu sonucu bilinmez arayışın vadettiği gerçek, bu göz ile eksiksiz bir biçimde somutlanabilir. Dev bir çölü paylaşan, hiçbir ortak noktaları bulunmamasına rağmen, büyük bir merak duygusuyla ve ne kadar acı olduğunu dert etmeden geçmişe dair mutlak doğruyu arayan insanlar, cevaplayamadıkları sorular hariç hiçbir şeyi umursamıyorlar.
Işığa Özlem, unutulmaya mahkûm edilen sosyal bilinci kuvvetlendirme amacı güdüyor. Sadece bu bağlamda bile üzerinde yaşadığınız ‘herhangi’ bir coğrafyayla bir bağ kurabilirsiniz. Daha da özele inersek, bu belgesel, çok benzer sorunlardan muzdarip Türkiye halkının –en azından- kendine anlayışla yaklaşabilmesi için çok mühim ayrıntılar bahşediyor. Kırmızı hap ya da mavi hap ikilemindeki seçim yeniden karşımıza gelirken, bu belgesel sayesinde kararımız bir nebze olsun kolaylaşıyor sanki. Unutmak, eskisi kadar rahatlatıcı görünmüyor.
Kaan Karsan
kaankarsan@gmail.com
**
***
Yönetmen: Patricio Guzmán
Senaryo: Patricio Guzmán
Yapım: 2010, Şili
Oyuncular: Gaspar Galaz, Lautaro Núñez, Luís Henríquez
Süre: 90′
***